Chapter Text
1. Bölüm - Altın Pusula
Damien ayaklarını yorgunlukla sürükleyerek Lily'nin peşinden Potter Malikanesine girdi. Annenin de oğulun da elleri toprak içindeydi, Damien'ın yüzünde bile biraz vardı. Lily toprakla kaplanmış muggle aletlerini lavaboya attıktan sonra ellerini yıkadı. Yüzünde kendinden memnun bir gülümsemeyle bir sandalyeye yığıldı. Çiçek tarhları şimdi mükemmel görünüyordu. Hangi ev işini sihir yardımıyla yaparsa yapsın, yalnızca bahçe işlerini muggle yöntemiyle yapmayı seviyordu. Ufakken annesiyle Petunia'ya bahçelerine çiçek ekmesine yardım ederdi. Ona göre bahçe işleri yalnızca muggle yöntemiyle yapılmak zorundaydı.
Damien ellerini yıkadı ve annesinin karşısına oturdu. Lily alnındaki topraktan çizgiye gülümsedi. Toprağa bulanmış elleriyle bir ara saçlarını geriye itmiş olmalıydı. Lily bir bulaşık bezi alarak oğlunun yüzünü silmek için öne eğildi.
On dört yaşındaki, annesi yüzünü silerken bir miktar kızardı ve yüzünün tamamen topraktan arındığından emin olmaya çalışarak elleriyle alnını ovdu.
"Toplanmanı bitirdin mi?" Lily sordu, masadan kalkar ve dağılmış mutfağını toplamaya başlarken.
"Çoğunu" Damien cevapladı, bacaklarını gererek. Dizleri üzerinde o kadar uzun süre oturmuştu ki kramp girmeye başlamıştı.
Lily sert bir ifadeyle dönüp Damien'a baktı.
"O genelde hiçbir şey toplamadın anlamına gelir." azarladı hafifçe.
Damien ona markalaşmış gülümsemelerinden biriyle sırıttı.
"Fazla vaktimi almaz, anne. Zamanında toplanacağım, söz." güvence verdi ona.
"Zamanında? Damy, iki gün içinde ayrılıyoruz!" dedi Lily, zümrüt yeşili gözleri ufak oğlunun üzerine sabitlenmişti.
Damien karşılık olarak yalnızca omuzlarını silkti. Lily iç geçirdi ve ev işlerini yapmaya geri döndü.
"Yukarı çıkıp başla lütfen, unutulmuş eşyalar için eve dönmeyeceğim." uyardı.
"Sorun değil. Bir şey unutursam, Harry getirebilir." Damien düşüncesizce cevapladı.
Lily olduğu yerde durdu ve kendini sakinleştirmek zorunda kaldı. Harry'i geride bırakıp Hogwarts'a gidiyor olmaları hala onu afallatıyordu. Yüzüncü defa Harry'nin Dumbledore'un yeni Düello dersini verme teklifini kabul etmiş olmasını diledi. Bu şekilde, o da onlarla gitmek için hazırlanıyor olurdu. Duygularını bir kenara koyarak işine devam etti, elinden geldiği kadar normal davrandı.
"O haksızlık. Abinin senin eşyalarınla Hogwarts'a koşturmasını bekleyemezsin!" azarladı.
"Neden olmasın? Başka işle meşgul olacakmış gibi değil ki." Damien cevapladı rahat rahat. Birdenbire başını kaldırıp annesine baktı. "Eee, Harry nerede? Sabah kahvaltıdan beri görmedim." dedi, sandalyesinde dikleşip mutfağın etrafına bakınarak.
"Büyük ihtimalle odasındadır." dedi Lily dikkati başka yerde, tezgahları temizlerken.
Damien kalktı ve yukarı doğru yöneldi. Annesinin bahçesindeki yaz işlerini bitirmesine yardım etmekle o kadar meşgul olmuştu ki abisinin yokluğunu fark etmemişti. Harry'nin kapısını yalnızca bir kere tıklattı ve içeri girdi. Odanın boş olduğunu gördü. Tam odadan çıkmıştı ve bütün malikaneyi aramaya niyetliydi ki birinin cisimlenişinin hafif ama belirgin sesini duydu. Harry'nin yatakodasına geri dönerek kapıyı açtı ve Harry'i yatağının önünde dururken gördü. Yatağa birkaç tanımadık eşya bıraktıktan sonra Damien'a baktı.
On dört yaşındaki soru sorar bir ifadeyle abisine baktı. Üzerinde dışarı cübbesi vardı ve düğmelerini çözüp sandalyenin arkasına atıyordu. Damien hızlıca içeri girdi ve kapıyı ardından kapadı.
"Nereye gittin?" sordu yatağın üzerinde duran değişik eşyaları gözlerken.
Harry cevap vermedi ve ufak yığının yanına oturdu. Damien yatağın yanına gelerek üzerinde yatan 'hazine'ye baktı.
Çoğu sıradan mücevherat parçaları gibi görünüyordu; bir kolye, iki yüzük ve bir bileklik. Her biri saf altından yapılmıştı ve üzerlerinde değişik renkli taşlar vardı. Damien'ın gözüne garip görünümlü bir tüy kalem çarptı, ucunda parlayan kırmızı bir nokta olan siyah bir tüy. Hemen ufak, altıgen şekilli bir kutunun yanında duruyordu. Ama Damien'ın dikkatini çeken şey ufak kutunun yanında duran objeydi. Pusulaya benzer bir şeydi, ama oldukça garip bir tanesine benziyordu. Tamamen altından yapılmıştı ve pusulanın yüzünde mor boyalı cam bir çerçeve vardı. Ama pusulanın kenarlarındaki her zamanki işaretler yerine eski yazılar vardı. Çok sayıdalardı, hepsi de en azından beş farklı kolu olan pusulanın yüzünü çevreliyordu.
Damien garip cihaza bakıyor, ne olduğunu ve Harry'nin bütün bu şeylerle ne yaptığını merak ediyordu.
"Nereden aldın bütün bunları?" Damien sordu, gözleri hala pusulanın üzerinde.
"Önemi yok." dedi Harry dikkati dağınık bir şekilde. Ufak, altıgen şekilli kutuyu tutuyordu elinde ve ona bakmakla fazla meşguldü.
Damien'ın içine bir ağırlık çöktü önünde duran bütün garip eşyalara bakarken. Birdenbire Harry'nin onları nereden bulduğunu biliyordu.
"Riddle Malikanesi'ne geri mi gittin?" sordu, Harry'i yakından izleyerek.
Harry sonunda başını kaldırdı ve Damien'ın gözleriyle buluştu.
"Nedir bütün bu sorular falan?" sordu, sesinde bir rahatsızlık tınısıyla.
"Yalnızca cevap versen..." Damien yanıtladı.
Harry hiçbir şey söylemedi ve sonraki birkaç dakika boyunca, yalnızca Damien'ın soru soran bakışına kendi bakışıyla karşılık verdi. Sonunda pes etti ve iç geçirerek cevap verdi.
"Evet, geri gittim."
Damien önündeki eşyalara işaret etti.
"Yani, bütün bunlar onundu?" sordu.
Harry başını salladı.
"İyiymiş" dedi Damien, gözleri tekrar garip pusulaya dönerek. "Nedir tam olarak bu şeyler?" sordu işaret ederken.
"Sadece Voldemort'un sahip olduğu şeyler. Riddle Malikanesi'nde ortalıkta durmalarını istemiyorum." Harry cevapladı.
"Biri alırsa diye mi demek istiyorsun?" Damien sordu.
"Evet, Bakanlığın artık Riddle Malikanesi'nin peşinde olmadığını biliyorum. Diggory ona bir son verdi, ama Rodolphus Malikaneye girip benim asamı alabildi. Başka kimsenin Malikane'ye gidip bu şeyleri almasını istemiyorum." Harry cevapladı.
Damien anlayarak başını salladı. Harry'nin yalnızca onun için anlam taşıyan birkaç şeyi alıp getirdiği belliydi. Tekrar pusulayı gözledi.
"Bu nedir, Harry?" sonunda sordu, altın pusulaya işaret ederek.
Harry başını kaldırıp baktı ama eline almak için herhangi bir hamlede bulunmadı.
"Bir pusula" dedi basitçe.
"Evet, onu ben de anladım, demek istediğim ne yapıyor?"
"Diğer pusulalar ne yapıyorsa onu." Harry cevapladı, Damien'ın şimdi yüzündeki gıcık olmuş ifadeye pis pis sırıtarak.
"Karanlık mı?" Damien sordu.
Harry gülümsedi ve ayağa kalktı.
"Hiçbir şey karanlık değildir. Kara büyü potansiyeli var, dünyadaki diğer her şey gibi ama nesnelerin kendileri karanlık değil."
Damien buna garip bir şekilde rahatlamış hissetti. Tekrar pusulayı gözledi. Harry masasına döndü, elinde siyah tüy kalem ve altıgen şekilli kutu vardı.
Damien pusulayı eline almak için fırsatı kullandı. Şaşırtıcı bir şekilde hafif olan pusulayı elinde tutmak, garip bir rahatlama hissi verdi. Beş kola gözlerini dikip baktı, hepsi de kuzey olması gereken yeri gösteriyordu, pusulanın dış halkasını süsleyen değişik işaretleri, eski yazıları inceledi. Yakından baktığında, pusulanın birbirinden bağımsız olarak hareket ettirilebilecek iki halkası olduğunu fark etti.
Dış halkayı saat yönünde hareket ettirmeye başlarken Damien ne yaptığının farkında bile değildi. Beş kere klik sesi çıkardı. Damien pusulanın yüzünde bir şeyin bir anlığına parıldadığını gördü, ama her ne ise, bir sonraki saniyede yok olmuştu. Merakla, Damien iç hareket hareket ettirdi, bu sefer saatin tersi yönünde üç kere. Mor boyalı cam, tekrar şimşek çakar gibi aydınlandı. Damien pusulaya büyülenmiş gibi bakıyordu ve yalnızca keskin bir ses, onu kendine getirdiğinde ne yaptığını fark etti.
"Damien! Ne yapıyorsun?!"
Damien hala parıldayan pusulayı tutarak başını kaldırdı. Harry önünde duruyordu, yüzü kızgınlıkla çarpılmıştı. Başını eğip pusulaya baktı ve beş kolun deli gibi döndüğünü, tek bir yönde sabit kalmadan her yönü gösterdiğini gördü.
Mor camın parladığını ve renk değiştirdiğini görürken Damien'ı bir panik dalgası içine aldı. Altın bir ışıltı pusulanın üzerinden geçti, Damien bırakmaya çalıştı ama parmakları gevşemeyi reddetti.
"Harry! Bırakamıyorum!" bağırdı, korku içinde.
Harry ona doğru atıldı ve pusulayı yakaladı. Bir kerede Damien'ın parmakları parıldayan pusuladan özgür kaldı. ama Damien tam olarak bırakamadan önce odanın dönmeye başladığını hissetti. Refleksle pusula üzerindeki tutuşunu sıkılaştırdı ve diğer eli Harry'ninkini kavradı.
Pusulanın yaydığı altın bir ışın Harry ve Damien'a vurarak onları altın bir ışık topu içerisine aldı. İki çocuk da tek kelime edemeden önce pusulayla birlikte gözden kayboldu.
---
Privet Drive'daki evlerin hepsi birbirinin aynısıydı. Yaz sıcağı bütün ev sakinlerini pencereleri sonuna kadar açarak var olmayan bir esintiyi içeri alma çabasına sokmuştu. Gece bile, pencereler açıktı. Sokak ışığı titreyerek sokağı her birkaç saniyede gölgeli bir karanlığa fırlatıyordu. Bütün evlerin ışıkları sönüktü, Privet Drive'ın sakinlerinin çoğunun uykuda olduğuna işaret ediyordu. Biri haricinde hepsinin.
Harry gözlerini boşluğa dikmiş, rahatsızlıkla yatağında yatıyordu. Hogwarts'dan her dönüşünde Privet Drive'daki yatağının nasıl giderek daha ve daha rahatsızlaştığını not etti bir kenara. Gryffindor yatakhanesindeki yumuşak, rahat, sıcak yatağına alışıyor olduğu için böyle hissettiği çıkarımını yaptı.
Odanın boş duvarlarına baktı ve nafile bir çabayla onu uyandıran kabusu düşünmemeye çalıştı. O kadar da olağandışı olmadığını söyledi kendine. Korkunç bir şey geçmişti başından. Birinin soğukkanlılıkla önünde öldürülüşünü görmek ve sonra adı Lord Voldemort olan canavarı geri getiren bir ritüelde yer almaya zorlanmak, tamamen yetişkin adamlara kabus vermeye yeterdi, ve Harry daha yalnızca on beş yaşındaydı.
Yorgun bir iç geçirmeyle, yan tarafına döndü ve uyumaya çalıştı. Ama bu gece tekrar uykuya dalmayacağını biliyordu. Her gece aynısıydı. Her gece Üçüncü Görevin korkunç olaylarını kabuslarında yeniden yaşadıktan sonra uyanıyordu. Gözlerinin önünde Cedric'in cansız bedeni zemine vuruyordu, gözleri açık, boş, ölü.
Bazen, kabuslarında, Harry onu mezartaşına bağlayan halatları hissedebiliyordu, ağzına zorla tıkılan paçavranın tadını alabiliyor, o korkunç bıçağın koluna girişini ve kanını akıtışını hissedebiliyordu. Kalbi deliler gibi vuruyor, figürün kazandan yükseldiğini, iskeletimsi vücudunun siyah cübbelere sarılışını, uzun soluk parmaklarının asasını tutuşunu ve yılana benzeyen yüzündeki canlı kan kırmızı gözlerinin ona bakışını, Harry'nin ruhunu söküp alacak ve parçalayacakmış gibi hissetmesine sebep olan öylesi bir nefretle onu gözleyişini görürken kalbi göğsünde acı verici bir hızla atıyordu.
Harry elleri titreyerek, kaşlarının üzerinde ter birikerek yatağında kalkıp oturdu. Bunu yapmayı bırakması gerekiyordu, Voldemort'un yeniden doğuşunu tekrar tekrar yaşamayı bırakması gerekiyordu. Bunu sürdürürse kendini delirtecekti. Kafasını dağıtmaya, başka bir şey düşünmeye çalıştı. Gözleri yalın odasını taradı ve yatağın ucundaki kalın, deri kitabı gördü. Harry kitabı aldı ve içine baktı. Uykuya dalmadan önce hep göz atardı.
Fotoğraf albümünü açtı ve anne babasının hareket eden fotoğraflarına baktı. Harry'nin gözleri iki gülümseyen kişiye sabitlenmişti. Kalbi acı verici bir şekilde sıkıştı. Onları görmüştü, yani tam olarak onları değil, daha çok Priori Incantetum sırasında Voldemort'un asasından dışarı zorlanan ekolarını görmüştü.
Harry hareketli fotoğrafları izledi ve üzülmemeye çalıştı. Her zaman eğer, eğer bir şekilde anne babasını tekrar görme, onlarla konuşma şansını yakalarsa, onlara çok şey anlatacağını düşünmüştü. Ölümlerinden beri içinde biriktirdiği her şey dışarı dökülecekti. Ama o zaman geldiğinde, iki formun iki yanında durduğunu gördüğünde, hiçbir şey söyleyememişti. Öyle bir durumdaydı ki onlara herhangi bir şey söyleyecek ne zamanı ne de doğru dürüst aklı vardı. O an Lord Voldemort'la düello ediyordu ve ölümden yalnızca saniyeler uzaktaydı. Anne babasına bir şey söylemek elinden gelmemişti, tek kelime dahi değil.
Harry albümü kapattı ve yatakbaşı komodinin üzerine yerleştirdi. Voldemort ondan her şeyi almıştı. Anne babasını öldürmüştü ve Harry'nin böylesi sefil bir çocukluk geçirmiş olmasının sebebiydi. Hogwarts'a gitmenin başına gelen en iyi şey olduğunu düşünmüştü ama şimdi Voldemort geri döndüğüne göre, bu büyücülük okulu için ne anlama geliyordu? Bu büyücülük dünyası için ne anlama geliyordu?
Harry bir süredir haberleri dinliyor ve amcası bitirdikten sonra, muggle gazetesini okuyordu, ve Gelecek Postası üyeliğini de Voldemort'un neyin peşinde olduğunu öğrenme umuduyla tutmuştu. Şimdiye kadar, hiçbir şey olmamıştı. Bakanlık hala her şeyin sorunsuz olduğunu ve 'Adı- anılmaması-gereken-kişinin' geri dönmediğini iddia ediyordu. Bu Harry'nin kanının kızgınlıktan fokurdamasına sebep oluyordu. Fudge ne kadar aptal olabilirdi?
Harry düşüncelerinden gürültülü bir sesle birdenbire çıktı. Aşağıda bir şeyler yere düşmüş gibi gelmişti kulağına. Yastığının altında olan asasına uzandı hemen. Eşyalarının kalanı merdivenlerin altındaki dolaptaydı, ama asasını almıştı. Şimdi Voldemort geri döndüğüne göre, Harry hiçbir şeyi riske etmeyecekti.
Deli gibi atan bir kalple, herhangi bir sesi duyabilmek için kulaklarını açtı. Gürültünün üç Dursley'i uyandırmadığına şaşkındı. Ama düşünecek olursa, iki Dursley erkeğinin o kadar yüksek sesle horlamasıyla, pek şaşırtıcı da değildi. Harry belli belirsiz mırıldanmaları duydu ve kalbi göğsüne fırladı. Evde biri vardı. Aslında, sese bakılacak olursa, aşağıda birden fazla kişi vardı. Harry'nin Ölüm Yiyenler olduğuna hiçbir şüphesi yoktu. Bu varsayımda bulunmak onun için doğaldı. Voldemort geri gelmişti ve yapmak isteyeceği ilk şey ne olurdu? Harry'i öldürmek.
Harry ayağa kalktı ve sağlam adımlarla kapıya yürüdü. Elinden geldiği kadar sessizce açtı ve dışarı çıktı. Seçeneklerini düşündü. Canı pahasına koşup kaçabilir ya da kalıp dövüşebilirdi. Ön kapıdan kaçıp Hızır Otobüsü çağırarak Ron'lara gidebilirdi. Ölüm Yiyenlerle nasıl dövüşeceğini pek bilmiyordu aslında. Voldemort'la olan düellosu iyi şanstan başka bir şey değildi. Korkuyla ürperdi. Ya Voldemort aşağıdaysa? Belki dört hafta önce ettikleri düelloyu bitirmeye gelmişti. Harry kendine Voldemort'un burada olamayacağını söyledi. Yara izi Voldemort'un varlığını kesin olarak işaret edecek kadar acımıyordu.
Basamakların tepesinde durdu. Kaçamazdı. Voldemort'tan kaçmazdı. Peki ya Dursley'ler? Evet o hiç umurlarında olmamıştı ama yine de onları Ölüm Yiyenlerin ortasında ve muhtemelen Voldemort'la bırakamazdı. Öldürülürlerdi.
Vücudundaki tüm cesareti toplayarak, Harry gıcırdayana basmamak için dikkatle basamaklardan aşağı yöneldi. Asasını önünde kaldırıyordu. Kafasından şu ana kadar öğrendiği bütün Savunma dersleri geçiyordu. Hermione'nin çalışmalarında ona yardım ederkenki cırıl cırıl sesi doldurdu kulaklarını. Başını sallayarak temizledi ve karanlık evin içinde sessizce yürüdü. Mırıldanmaları şimdi açıkça duyuyordu ve ses karşısında afallamıştı. Kulağa Ölüm Yiyenler gibi gelmiyordu, sesler çok daha gençti. Harry sesler oradan geldiği için mutfağa doğru süzüldü.
"...anahtar olduğunu bilmiyordum! Karanlık olmadığını söyledin sen!" diyordu bir ses.
"Niye dokundun ki sen ilk başta?! Oynayıp da ne yapıyordun?!" ikinci bir ses sordu, sinirli bir şekilde.
Harry ensesindeki saçların havaya kalktığını hissetti. Bu ses çok daha yaşlıydı, ama yine de bir yetişkin olacak kadar yaşlı değildi. Bu ses hakkında Harry'nin garip hissetmesine yol açan bir şey vardı. Çok tanıdıktı. O kadar tanıdıktı ki düpedüz korkutucuydu.
"Ha, özür dilerim! Sen hiçbir şeye dokunma demedin!" ilk ses, daha ufak olan, söyledi. Harry ifadenin yanında bir dudak bükme hayal edebiliyordu.
"Gerçekten, Damy! Hala söylenmesi mi gerekiyor sana?" ikinci ses sordu.
"Neredeyiz ki zaten?" ilk ses sordu.
Harry'nin kafası karışmıştı. Bu gece vakti ziyaretçileri nerede olduklarını bilmiyorlar mıydı? Ve bir anahtardan bahsetmemişler miydi? Harry onları daha iyi duyabilme çabasıyla cüret edebildiği kadar kendini kapıya yapıştırdı.
"Bilmiyorum" ikinci ses cevapladı sessizce.
"Iyyy, baksana ne kadar temiz!" ilk ses söyledi.
Harry buna neredeyse kahkaha attı. Petunia Teyze gerçekten de temizlik olayını abartmış haldeydi.
"Damy, şşş."
"Hayır, cidden, daha iyi bilmiyor olsam, Petunia Teyze'nin mutfağındayız derdim." ilk ses söyledi.
Harry kalbi acı verici derecede hızlı atarak donup kaldı. Petunia Teyze? Petunia Teyzeyi nereden biliyorlardı? Ve neden bu yabancılar ona Petunia Teyze diyorlardı?
"Damy, sessiz ol." büyük olanın sesi duyuldu.
"Eee, bence gerçekten de Petunia Teyze'nin evinde olabiliriz." dedi ilk ses, sesinde bir korku tınısıyla.
"Damien, kapa çeneni!" diğeri tısladı.
"Neden?" Damien sordu, çok daha sessizce.
"Biri burada."
Kapı şiddetlice açılarak yüzüne çarpmadan önce Harry'nin aldığı tüm uyarı buydu. Darbenin etkisiyle yere fırlatıldı. Kapı burnuna çarptığından yüzü acıyla yandı. Gözleri acı içinde sulandı. Asasını hala sıkı sıkıya tutuyordu ve saniyeler içerisinde saldırgana doğrultmuştu. Hala zeminde boylu boyunca yatar haldeydi ama bunun önemi yoktu. Önemi olan saldırganı silahsızlandırmaktı.
"Expelli-"
Silahsızlandırma büyüsü asasını kime doğrultuyor olduğunu gördüğünde Harry'nin boğazında kaldı. Tıpa tıp aynı zümrüt yeşili gözler birbirine baktı. Harry bulanık gözlerini netleştirmek için kırpıştırarak önünde duranı gördü. Pek tıpa tıp değildi ama. Başlangıç olarak on beş yaşından büyüktü. Gözlük takmıyordu ve fiziği onunkinden çok farklıydı. Onun daha büyük, daha uzun, daha sağlıklı versiyonu gibi görünüyordu.
Harry hala yerde oturuyor, dehşet ve merak karışımıyla gözlerini dikmiş bakıyordu. Büyük Harry'nin arkasından, daha ufak bir çocuk ona göz attı. Siyah saçları ve ela gözleri vardı. Ağzı Harry'i görürken şaşkınlık içinde açıldı. Gözleri bir Harry'den diğerine gitti.
"Ne cehennem?!" dedi şok içinde.
İki Harry de katılmadan edemedi.
xxx
